Düşünen İnsan; İnsan olmanın genel vasfıdır düşünmek. Ve bizi hayvan olmaktan ayırır diye de tanımlanır. Evet, İnsan gerçekten de biyolojik olarak frontal lobu ve beyin kapasitesi gelişmiş en iyi varlıktır.

Bizler birbirimizi bir yanıyla düşüncelerimiz ve ifade ediş, hayata geçiriş şekillerimizle tanınırız. İnsanlar bize der ki “A evet o ince düşüncelidir” ya da “yok ya kabadır-düşüncesizdir anlamında-“

Gerçekte ise; İnsan düşüncelerinin sınırlarıyla tanımlıdır. Her birimiz öyleyiz. Düşünebildiğimiz hayal edebildiğimiz ve hayallerimiz yolunda attığımız adımlarımızla var oluyor ve yaşıyoruz. Bu oluş halimiz hayattaki duruşumuzu belirliyor.

Bununla birlikte toplum içinde sevilen ve değer gören, itibar sahibi olan, dikkatleri üzerinde toplayan-ilgi gören insanlardan olmak ta bizim için değerli. Çoğumuzun canını en çok sıkan şey ilgi ve değer görmemektir.

Bu haliyle aslında ilgi ve değer görmenin de bir bedel gerektirdiği, bir zaman da yaşadığımızı, söyleyebiliriz.

Bazen şöyle şikâyetlerle karşılaşıyoruz; Ben onu düşündüm, onun için her şeyi yaptım ama o beni düşünmedi!

Bazen de şöyle şikayetlerle karşılaşıyoruz; Her şeyi ben mi düşüneceğim?!

Peki denge nerede? Denge düşünmeyi ve düşündürme becerisini öğrenmekte.

Herkesin yerine düşünme imkânımız elbette yok. Bununla birlikte her birimizin kendini ve çevresini düşünerek hareket etmesi de hayatımızda önemli bir nokta. Bencil olmayacağız, bununla birlikte, kendimize de çevremize de değer katan insanlar olmayı, yeniden ve yeniden öğreneceğiz.

Peki nasıl?

İlk kural şudur; Kendimizin ve İnsanların varlığına saygı duymak. Pek çok kişi “ben saygısız mıyım?” diye düşünebilir. Oysa çok az insan bir şeyin varlığına saygı duymanın ne demek olduğunu bilir ve daha azı da bu bilgiyle hareket eder. Bir insanın kendi varlığına saygı duyması; bedenine, düşüncelerine, duygularına, hayatla olan ilişkisine bakarak kendini ve durumunu kabul etmesidir. Dışarıya dönük saygı ise çevremizde ki kişilerin bedenlerine, duygu ve düşüncelerine, durumuna saygı duyması onu öyle kabul etmesidir. Yani her koşulda kendini ve diğer her şeyi eşit yaşama ve var olma haliyle kabul etmektir. Değiştirmeye zorlamamaktır. Sınırlarını ihlal etmemektir. Onun yerine düşünmemektir. Onun adına sorunları halletmemektir.

Denge nerede şaşar?

Genellikle denge; korku, kıskançlık, kaygı, kibir, gibi duyguların işin içine girmesi ile, ya da kendini daha becerikli ya da beceriksiz görme veya karşıdakinin gözünde daha değerli olma çabası yani beklentilerle, bakış açısındaki kaymalarla, şaşmaya başlar. Denge kaydığında da alma verme dengesi bozulmaya başlar. Düşünce paylaşımı, duygu paylaşımı, davranış da saygı ve sevgi alış verişi, maddi alma verme dengesi bozulur.

Bu durum ortaya çıkarken enteresan olan; kişi dışarıdaki isteğini gerçekleştirmeye çalışırken önce kendi özüyle ikili ilişkisini bozar. Yani önce kendi içinde dengesizleşir. Sebebi şudur; İnsan, kendi içinde yapmadığı şeyi dışarıda yapamaz. İster ekonomik, ister sosyal, ister duygusal bir ilişki olsun, dışarı ile olan dengenizin bozulması için, önce kendi içinizdeki dengeyi, kendinize saygıyı ihlal etmek zorundasınızdır. Bunu çok yapmak sizin huyunuzun, yani düşünme, hissetme ve yapma davranışlarınızın değişmesine hizmet eder. Dengesiz kişilik böyle oluşur. Ve değer alıp verme kapısı kapanır.

Bu kapıyı yeniden açmanın yolu; kendimizle aramızda ki ilgi ve değer ilişkisini yeniden dengeye sokmaktır. Yani dışarıdaki ilişkiyi değiştirmek istiyorsak; önce kendimizle aramızdaki ilişkiye odaklanıp, düşünmek, bakış açımızı toparlamamız gerekir. Sonra da yaşamaya devam ederken, kendimizle olan ilişkimize odaklanıp, kendimize saygıyı yeniden hayatımıza sokabiliriz.

Hepimiz insanız ve bazen rotayı kaydırırız gerçekten. Hayatın doğasında var. Bazen bilinçli, bazen bilinçsiz bu tuzağı kendimize kurmuş olabiliriz. Kendimizi suçlamak, utanmak, kendimize kızmak, krize girmek ya da bu yükle yaşamak yerine, kendimize saygı gösterip düzeltmek bize daha çok yakışır.

Sevgiyle.

Züleyha Kurt Eğitim ve Danışmanlık Merkezi

İletişime Geçmek için..